Eskiden Şarkın yani Kars'ın, Ağrı'nın, Muş'un, Bitlis'in, Hakkari'nin, Van'ın ve Bingöl'ün köylerinde imamlık yalnızca mihrapta namaz kıldırmakla sınırlı değildi. Medreselerin tozlu raflarında yıllarını verip, hem aklını hem kalbini eğitmiş Seydalar, köylerin fahri imamı olarak köylünün gözünde hem ilmin hem de irfanın yegâne temsilcisiydi. Onlar yalnızca birer din adamı değil, köyün nabzını tutan, köyün kalbine ve vicdanına yön veren çok yönlü şahsiyetlerdi.
Köy odasında talebelerine medrese ilimlerini okutan bir müderris, camide cemaatine öğüt veren bir hatip, bayram hutbesinde bir nasihatçi, nikâh akdinde bir resmî memur… Hepsi aynı kişide toplanırdı. Köylünün gözünde imam, yalnızca “imam” değil; köyün vicdanı, köyün aklı, köyün adalet terazisiydi.
Hayvan hastalansa, Seyda baytar kesilirdi; tarlaya böcek veya hastalık dadansa, “sanki Ziraat mühendisi” gibi tavsiyeler verirdi. Mera ve tarla sorunlarında ve sınır ihlallerinde bir kadastro bilirkişisi olurdu. Komşu komşuya dargın düşse, Seyda araya girer; kimi zaman hakem, kimi zaman da “barış elçisi” olurdu. Zekât zamanı geldi mi, malın hesabını köylüye hatırlatır, adeta bir vergi memuru titizliğiyle dağıtımını denetlerdi.
Mevlid kandilinde, aşure gününde, düğün dernek işlerinde köyün en büyük “organizasyon şefi” oydu. Bir ailede boşanma meselesi mi çıktı? O, şer’i kaideleri hatırlatarak hem boşanma memuru hem de “gönül doktoru” olurdu. Hatta bazı hastalıkların tedavisinde dua ile ilaç arasında bir köprü kurar, köylünün gözünde hekim ve eczacı yerine geçerdi.
Seydanın defterinde yalnızca fıkıh meseleleri değil, köyün tarihine, hatırasına, kültürüne dair kayıtlar da bulunurdu. Anlatır, yazardı. Kimi zaman masal tadında, kimi zaman sert bir hicivle… Ama mutlaka bir iz bırakırdı. Çünkü onun sözü, köylünün hafızasında yalnızca öğüt değil, aynı zamanda tarih, kültür ve yol gösterici bir meşale ve kütüphane olurdu.
Bugünden bakıldığında, bu çok yönlülük hem gülümseten bir nostalji, hem de derin bir hayranlık uyandırıyor. Düşünün ki, bir tek kişi köyün imamı, eğitimcisi, hukukçusu, tabibi, ziraatçısı, organizatörü, hatta diplomatıdır. Modern köylerde her iş için ayrı bir memur aranırken, o zamanlar köyün bütün meseleleri Seyda’nın kapısında çözülürdü.
Kimi zaman mizahi bir tarafı da vardı bu işin. Köylü, inek hastalandığında Seyda’ya koşar, “hocam, bunun duası var mıdır?” derdi. Tarla kurak kaldığında, “hocam yağmur duasına ne zaman çıkalım?” diye sorardı. Hatta kimin kızı kime verilecek meselesinde bile Seyda’nın sözü “kesin hüküm” gibi kabul edilirdi.
Velhasıl, Şark’ın köylerinde imamlık, bir memuriyet değil, bir hayat biçimiydi. Bugün bürokrasinin dağıttığı onlarca görev, bir zamanlar bir tek Seyda’nın şahsında birleşiyordu. Hem mizahıyla hem ciddiyetiyle, hem otoritesiyle hem de tevazusuyla köyün çimentosuydu.
Köyün ortasındaki camide ezanla birlikte başlayan onun mesaisi, kimi zaman sabaha kadar süren barış görüşmelerinde, kimi zaman hasta başında edilen dualarda devam ederdi. O yüzden halk, Seyda’yı yalnızca imam değil, aynı zamanda köyün ak sakallısı, gönül mimarı, adalet terazisi ve yol göstericisi olarak belleğine kazıdı.
Bugün bu tabloya bakınca, köylerin o mütevazı ama derin hafızasında bir nostaljiyle gülümseriz: Seyda, yalnızca imam değil, aynı zamanda “bir köyün çok yönlü hafızası”ydı. Şimdi şarkın köylerinde bu donanımlı seydalara rast gelmek nerdeyse imkansız gibi ya ahirette göç ettiler ya da kentlere.