İsrail’in niçin karşısında olduğumuzu anlatmaya gerek yok.

İsrail’in karşısında olmayanın imanı yoktur.

Dahası, insanlığı da.

İran’ı her türlü eleştiririz.

Din kisvesindeki totaliter ve otoriter siyasal rejimini de, Pers milliyetçiliğiyle beraber sürdürdüğü mezhepçi siyasalarını da…


Türkiye’yi özünde hasım bilen siyasalarının da farkındayız, Suriye’de sırf Nusayri olduğu için arkaladıkları Esed diktatörlüğü devam etsin diye yaptıkları acımasız zulümleri de zinhar unutanlardan olmayız…

Çok daha öncesinde aynı mezhepçi saiklerle aziz Hama’yı yerle yeksan eden Hafız Esad’a arka çıkmalarını da asla affetmeyiz…

İran’ın siyasi günahları ve suç listesi ziyadesiyle kabarık.

Ama aynı zamanda Filistin davasına ve özellikle Gazze cihadına sağladığı katkıyı da her türlü takdirin üstünde tutarız.

HAMAS’ın şahsında Gazze direnişini bölgedeki tüm unsurlarıyla var gücüyle destekleyen İran’ı elbette takdir ederiz.


Ve keşke deriz, İran, Fars milliyetçiliğini Şii yayılmacı siyasayla buluşturan o büyük siyasi günahın sahibi olmasaydı.

Keşke devrimin “Ne Şiilik ne Sünnilik, yalnızca İslamilik” şiarını esas almayı sürdürseydi.

Gün ne keşkeler üzerinden konuşma günüdür ne de ABD-Batı destekli İsrail saldırıları karşısında İran’ın suç dosyasını açma günüdür.

İran ilk ve son tahlilde hem Müslüman kardeşimizdir hem de kadim komşumuzdur.

İran’a yapılan İsrail saldırısı karşısında tarafsız durmak ise ne Müslümanlıkla bağdaşır ne insanlıkla ne de komşulukla.

O yüzden ilk andan itibaren Cumhurbaşkanımızın sergilediği tutum, her anlamla başımızı dik tutan onurlu ve cesur bir tutumdur.


Söylemek bile gereksiz: İsrail’e karşı tarafımız bellidir.

İsrail-İran savaşımında da tarafımız İran’dan yanadır.

İran’ın gayrı meşru İsrail saldırılarına karşı verdiği karşılık, meşru direnme hakkının bir ifadesidir.

Biz bölgede kalıcı bir barışın tesisinden yanayız.

Yalnızca İsrail’in güvenlik sorunsalına odaklanmış korumacı-kollayıcı siyasaların İsrail’in gayrı meşru saldırganlığına sebebiyet vererek çözümsüzlüğü derinleştirdiğine inanıyoruz.

İsrail’in bu hak-hukuk tanımayan şımarık ve küstah tavrının dizginlenmemesi halinde bölgeyi saracak bir savaşın küresel ölçeğe taşınacağım kaygısını da ileten bir ülkeyiz.


Erdoğan liderliğindeki Türkiye’nin coğrafi bütünlüğü haiz bir Filistin devleti kurulmadan ve İsrail’in teröre dayalı yayılmacı siyasaları önlenmediği sürece sorunun çözülmeyeceğine dair yaklaşımı umarız yeni dönemde dikkate alınır.

Aksi takdirde süregiden savaş bir İsrail-İran savaşı olmaktan çıkar.

Bunun sadece bölgesel düzeyde değil küresel ölçekte yol açacağı yıkımı tahmin etmek güç olur.


İSRAİL’İN NÜKLEER GÜCÜ VAR MI?

Yaygın bir rivayete göre var.

Yoksa bile nükleer gücü olan küresel güçler İsrail’in zaten koşulsuz arkasında.

Değilse İsrail bu cürete ve cesarete asla sahip olamaz.

İsrail nükleer silah denetime sahip bir ülke değil.


Uluslararası Atom Enerjisi kurumu İsrail’i denetleyemiyor ama İran’ı denetleyebiliyor.

BM asla İsrail’e söz geçiremiyor.

İsrail bugüne kadar BM’nin aldığı hiçbir kararı uygulamış değil.

Uluslararası hukuk İsrail’e işlemiyor.

Uluslararası kurumlar İsrail’in umurunda değil.

İsrail’in bence de nükleer silahları var.

Ama Türkiye’nin yok, İran’ın yok mesela.

Türkiye ile Almanya’ya barışçıl amaçlarla da olsa nükleer silah üretimi yasağı konulmuş.

Kimin buna ne hakkı var?

Deniliyor ki İran İsrail için tehdit.

Türkiye İsrail için tehdit.

Peki tersi niye söylenmiyor?

OGC Genel Başkanı Aydın, Saim Durmuş’u ziyaret etti
OGC Genel Başkanı Aydın, Saim Durmuş’u ziyaret etti
İçeriği Görüntüle

İsrail İran ve Türkiye için bir tehdit değil mi? Bölge barışı için İsrail’in bu şekildeki varlığı ciddi bir tehdit değil mi?


Hiç kuşkusuz tehdit.

Niçin İsrail’in güvenliği için bütün bir bölge tehdit unsuru olarak görülüyor da İsrail’in bu tehdit ideolojisi ve devlet yapılanması bölge güvenliği için bir tehdit unsuru olarak görülmüyor?

İsrail’in elindeki silahların aynısına İran’ın da Türkiye’nin de sahip olması gerekir elbette.

İsrail kendi güvenliğini bizatihi kendisi tehdit ediyor.

İsrail’in bu şekildeki varlığı, bizatihi kendi güvenliği için bir tehdittir.

Asıl bu tehdit ortadan kaldırılmadığı sürece ne İsrail’in BM tarafından çizilen sınırlar içindeki güvenliği ne de bölgenin güvenliği sağlanabilir.

İsrail’in güvenliğine odaklı bu yanlış küresel destek anlayışından vazgeçilmediği sürece sorun çözülmez.


YENİ BİR İTTİFAK SİSTEMİ

İran içerden parçalanmak isteniyor.

Öngörülen şey, sadece rejim değişikliği veya iktidarın el değiştirmesi değil.

Rejim değişimiyle birlikte küçültülmüş etkisiz bir İran olsun isteniyor.

İsrail için hiçbir şekilde tehdit oluşturmayacak bir İran olsun isteniyor.

Bugün olmasa bile yarın olması istenen şey bu.

Suriye ABD-İsrail çıkarlarına uygun bir pozisyona yerleştirilmek isteniyor.

Şara’ya verilen mesaj açık: ABD’ye rağmen hareket edersen İsrail soluğunu keser. İç isyanlarla çökertilirsin. Suikast girişimiyle de hayatından olursun.

İsrail’in İran hava saldırısında İran’ın en tepe askeri komuta kademesini yok ettikten sonra isterlerse Hamaney’i de öldürebileceklerini söylemeleri yalnızca İran’a yönelik bir mesaj değil.


Hakeza İran halkına isyan çağrılarında ısrarla bulunması da “sen anla” mesajıdır.

Yeni Suriye’nin tanzimini tek başına asla Türkiye’ye bırakmayacaklar.

Suriye’nin kuzeyi başta olmak üzere diğer bölgelerini enfekte etmeye hazır oyun planları çoktan hazırlanmış durumda.

Vakti geldiğinde sahneye konulacaktır elbet.

Türkiye o yüzden Suriye’nin kuzeyindeki çözüme barış sürecinin ruhuna uygun bir biçimde odaklanmalıdır.

Suriye’den başlayarak bölgedeki diğer Kürtlerin topyekûn Türkiye ile birlikte hareket etmelerini sağlamak, yani Cumhurbaşkanımız ile Bahçeli’nin öngördüğü o tarihsel ruha ve manada uygun bir Türk-Kürt ittifakını tesis etmek, hayati bir öneme sahiptir.


Bu ittifak sistemine Arapların da eklemlenmesi, yani Türk-Kürt-Arap ittifakının kurulması, her türlü oyunu bozucu nitelikte olacaktır.

İran kendini bu ittifak sistemine dahil ederse, kendisine kurulan tuzakları bertaraf eder. Değilse parçalanma riskiyle karşı karşıya kalır eninde sonunda.

İran’ın parçalanması, iç cephesini sözünü ettiğim barış paradigmasına uygun dış siyasayla tahkim etmeyi başaramamış bir Türkiye için de pek hayra alamet olmaz.

İran geleceği Türkiye’nin geleceğini belirler.

O yüzden ortak bir gelecek için İran-Türkiye iş birliği olmazsa olmaz öneme sahip.

İRAN KENDİNE ÇEKİ DÜZEN VERMELİDİR

İran tüm yaşanmışlıklardan ders çıkarmalıdır.

Sözü ettiğimiz yanlış siyasalarından vazgeçmelidir.

Kendini İslam dünyasının bir unsuru olarak görmelidir.

Siyasal rejimiyle beraber milliyetçi ve mezhepçi politikalarını kökten gözden geçirmelidir.

Bu kritik süreçte Erdoğan liderliğindeki Türkiye’nin siyasal aklını rehber edinmeli ve Suriye’de yaptığı yıkımları samimiyetle telafi edecek bir yeni politika izlemelidir.

Gayrısı yıkım olur.

Ezcümle:

İran düşerse Türkiye yara alır.

İsrail’e karşı İran’ın yanında durmak, İran’dan önce kendi geleceğimiz için gereklidir.

İran ile Türkiye’nin geleceği birbirini doğrudan etkileyen faktörler dolayısıyla ortaktır.

Türkiye-İran ittifakı, doğru temelde değindiğim çerçevede ete kemiğe bürünürse, tarih yeniden yazılır.

Ve bu yeni tarih herkese kazandırır.