Son günlerde Numan Kurtulmuş’un Diyarbakır ziyaretinde dile getirdiği mesajlar, yalnızca bir siyasi geziden ziyade çeperi geniş bir vizyonun işareti niteliğindedir. Zira konuşmalarında hem geçmişin yüklerini taşıma hem de geleceğe dair bir umut inşa etme arzusunun izleri açıkça okunuyor. Bu bağlamda, ziyaretin politik, toplumsal ve sembolik katmanlarını altı başlıkta irdelemek fayda sağlayacaktır.
İlk olarak, Kurtulmuş’un “Diyarbakır Kürt medeniyetinin yeşerdiği, İslam medeniyetinin de önemli merkezlerinden biridir” sözleri, kentin yalnız yerel değil tarihsel bir anlam taşıdığını vurguluyor. Bu tür bir vurgu, bölgenin merkezi bir aktör olarak okunabileceğini gösteriyor; yani Diyarbakır artık yalnızca “sorunlu bir bölge” değil, çözüm, ortaklık ve kültürel sentez mekânı olarak da temsil ediliyor. Bu bağlamda kent, ziyaretin yer seçimi olarak da anlamlı: geçmişin izlerini barındırmakla birlikte geleceğe dair bir birleşme alanı olarak sunuluyor.
İkinci olarak, ziyaretin ana temalarından biri “birlik ve beraberlik” fokurtusu. Kurtulmuş, “Türkiye’nin tarihi Türklerin tarihi olduğu kadar Kürtlerin de tarihidir” diyerek, kimlikler arasındaki ayrım çizgilerini önermemeyi seçti. Bu yaklaşım, kimlik politikalarının ötesine geçmeyi ve kapsayıcı bir anlatı kurmayı hedefliyor. Akademik dünyada “kimlikler arası diyalog” olarak adlandırılan bu kavram, bölgesel olarak derin yaralara sahip bir alanda yeniden inşa açısından önemli. Bu ziyaret, tam da bu tür bir yeniden okumanın başlangıcı olarak değerlendirilebilir.
Üçüncü olarak toplumsal algı düzeyi… Kurtulmuş, Dicle Üniversitesi ziyareti ve Diyarbakır sokaklarında yürürken halkın gözlerinden “fevkalade ciddi bir umut ve sevinç” gördüklerini ifade etti. Bu ifade, yalnızca mecazi bir cümle değil; halkla kurulan somut iletişimin açığa çıkardığı bir algı değişimini işaret ediyor. Yani geleneksel “merkez-çevre” ilişkisi içinde “çevre” olarak adlandırılan alanın artık “merkezle eşit düzeyde” düşünülmesi gerektiği mesajı veriliyor. Akademik olarak bakıldığında, bu tür yerel algı değişimleri siyasal dönüşümlerin kritik anlarıdır.
Dördüncü olarak gündeme getirilen “terörsüz bir Türkiye” ve bunun mali boyutu oldukça dikkat çekiciydi. Kurtulmuş, yaklaşık 50 yıllık silahlı çatışmanın Türkiye’ye en az 2 trilyon dolar maliyeti olduğunu açıkladı. Bu tür ekonomik vurgular, sadece güvenlik eksenli bakışı aşarak kalkınma, toparlanma ve yerel yatırım gibi unsurları sürece dâhil ediyor. Yani Diyarbakır ziyareti yalnızca bir güvenlik temelli ziyaret değil; ekonomik ve sosyal boyutları olan bir “yeniden inşa” çağrısı niteliğinde.
Beşinci olarak, demokratik katılım ve toplumsal uzlaşı bağlamındaki mesajlar öne çıkıyor. Ziyaret kapsamında farklı partilerden milletvekilleri, sivil toplum kuruluşları ve bölge aktörleriyle görüşülmesi; “silahları gömmek, sesleri yükseltmek” yerine “sözleri, gönülleri konuşur hâle getirmek” gibi ifadeler kullanıldı. Bu, akademik çalışmalarda “yerinden katılım” ve “çoğulcu demokrasi” kavramlarıyla örtüşüyor. Bir kez daha vurgulanması gereken husus: bu süreçte yerel aktörlerin yalnızca dinlenmesi değil, karar alma süreçlerinde görünür hâle gelmesi kritik.
Son olarak, ziyaretin sembolik yönü ve beklenti yaratma kapasitesi büyük. Kurtulmuş’un konuşmasının sonunda Kürtçe “Birlik olalım, gönül gönüle, el ele olalım, aramızda barış esas olsun” ifadesini kullanması, sembolik bir köprü kurma niyetini açıkça gösterdi. Bu bağlamda, Diyarbakır ziyaretinin ardından takip edilmesi gereken iki önemli alan var: Birincisi, söylediklerin pratiğe dönüşmesi (örneğin yerel yatırımlar, kültürel haklar, dil konusu). İkincisi, bu söylem ve eylem arasındaki tutarlılık yani “politikalardaki söylem eylem uyumu” olarak tanımlamak mümkündür.
Kurtulmuş'un Diyarbakır’a yaptığı bu ziyaret; yalnızca bölgeye yönelik kısa vadeli bir temas değil, Türkiye’nin çok katmanlı tarihsel dokusunu, kimliklerini, ekonomik ve demokratik dönüşümünü bir arada düşünme çağrısıdır. Eğer bu çağrı yerel ve ulusal düzeyde karşılık bulursa, bölgesel barışın ve kalkınmanın sembolik bir mihenk taşı hâline gelebilir.