Cumhuriyet Halk Partisi İstanbul İl Başkanlığı’na Gürsel Tekin’in kayyum olarak atanması sonrası yaşanan gelişmeler, Türkiye’nin hukuk devleti ilkesini bir kez daha sınavdan geçirdi. Bazı CHP’lilerin kararı protesto amacıyla il başkanlığı binasını boşaltmaması ve ardından polis müdahalesi, tartışmayı yalnızca siyasetin değil, hukukun da merkezine taşımıştır.

Her şeyden önce altını çizmek gerekir ki Türkiye "hukuk devleti" ilkesine dayalı bir cumhuriyettir. Hukuk devletinde temel ölçü, yalnızca siyasetin değil, bireylerin ve kurumların da hukukun sınırlarını tanımasıdır. Siyasi Partiler Kanunu, partilerin işleyişi ve örgütlenmesine dair hükümleri düzenler. Eğer burada bir hukuksuzluk veya usulsüzlük söz konusuysa, bunun çözümü sokakta değil, yargı mercilerinde aranmalıdır.

CHP’nin köklü tarihi, demokrasiye katkıları ve bu ülkenin siyasal geleneğinde oynadığı rol tartışmasızdır. Ancak bir parti, ne kadar köklü ve güçlü olursa olsun, hukuk devleti prensiplerinin üzerine çıkamaz. CHP’ye gönül verenlerin unutmaması gereken bir husus şudur: CHP, öncelikle CHP’lilerindir; bu sahiplik ise "kanun çerçevesinde" korunur. Dolayısıyla yapılan her türlü hukuki düzenleme veya müdahale, esasen bu mülkiyetin hukuk sınırları içinde kalması içindir.

Yaşanan olayda bazı parti yöneticilerinin ve destekçilerinin, “siyasi müdahale” söylemi üzerinden sert tepkiler vermesi, hatta devleti karşısına alır gibi bir üslup geliştirmesi kabul edilemez. Zira hukuk devletinde tepkiler öfkeyle değil, kanuni yollarla dile getirilir. Cumhurbaşkanı Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın defaatle vurguladığı gibi: “Hukukun üstünlüğü, demokrasi ve milli iradenin teminatıdır.” Bu bağlamda CHP’nin kendi içinde dahi olsa, bir kriz anında hukuk dışına çıkarak çözüm araması, yalnızca kendi tabanına değil, tüm demokrasiye zarar verir.

Burada sorulması gereken soru şudur: CHP'öin şu anki yönetimi hukukun işlediği bir ülkede mi hareket etmek istiyor, yoksa kendi siyasal çıkarlarını hukukun üstünde mi görmek istiyor? Hukukun üstünlüğünü kabul eden bir siyasal duruş, yargı kararını tanır, varsa itirazını yine yargı mekanizması içinde yapar. Tıpkı geçmişte, farklı partilerin kapatılma süreçlerinde ya da seçimlere dair yaşanan krizlerde olduğu gibi, çözüm daima hukuk içinde aranmalıdır.

Son yaşanan polis müdahalesi, demokrasiye gölge düşüren bir tablo gibi yansıtılmaya çalışılsa da, gerçekte hukuk düzeninin ve kamu otoritesinin tesisi için zorunlu bir adımdır. Hukuka direnişin sonunda kolluk kuvvetleri devreye girer. Önemli olan, bu noktaya gelinmeden sağduyunun hâkim kılınmasıydı.

Bu vesileyle CHP’ye de düşen görev açıktır: kendi tabanına, hukuka güveni aşılamak, krizleri sokakta değil hukuk önünde çözmek. Aksi halde parti, yalnızca kendi ilkelerine değil, demokratik siyasetin ruhuna da zarar verir. CHP’lilerin unutmaması gereken hakikat şudur: Partileri ancak kendi iradeleriyle değil, hukukun koruması altında ayakta durabilir.

Sonuç olarak; bugün CHP tabanının göstermesi gereken tavır, “devlete rağmen” değil, “devletin hukuk düzeniyle birlikte” bir duruştur. Cumhuriyet’in kurucu partisi olan CHP’den beklenen, en çok hukuka sarılmasıdır. Çünkü ancak bu şekilde, hem partinin geleceği hem de Türkiye’nin demokratik istikrarı güvence altına alınabilir.