Bir milletin kader anları vardır ki, orada yalnızca siyasetin değil, vicdanın da sözü geçer. AK Parti MKYK Üyesi ve Demokrasi ve Birlik Derneği Başkanı Mehmet Metiner’in Milli Dayanışma, Kardeşlik ve Demokrasi Komisyonu’nda geçenlerde yaptığı konuşma, işte tam da böyle bir döneme hitap eden, akıl ile iman, siyaset ile vicdanı buluşturan bir barış çağrı niteliğindedir. Onun sözlerinde, hem tarihî bir farkındalık hem de İslami bir feraset gizlidir. Çünkü Metiner’in dile getirdiği “pozitif anlamda bir al-ver süreci” ifadesi, aslında Kur’an’ın “İyilikle kötülük bir olmaz; sen kötülüğü en güzel olanla sav” (Fussilet, 34) emrinin bir tefsiridir.

Türk, Kürt ve diğer Müslüman halklar arasındaki kardeşlik bağının güçlenmesi, İslam medeniyetinin en kadim miraslarından biridir. Selahaddin Eyyubi’nin Kudüs’ü fethederken Arap’ı, Kürt’ü, Türk’ü aynı idealde birleştirmesi, bu coğrafyanın ruhunu şekillendiren bir örnektir. Metiner’in “kardeşlik iddiamızla samimi olmalıyız” vurgusu da bu tarihî ruhun yeniden inşası anlamına gelir. Çünkü samimiyet olmadan kardeşlik, kardeşlik olmadan da birlik olmaz. O, “silah yerine siyasetin, ölüm yerine hayatın” geçirilmesi gerektiğini söylerken, aslında ümmet bilincinin yeniden diriltilmesini talep etmektedir.

Metiner’in çağrısında bir yönüyle Hudeybiye Antlaşması’nın hikmeti vardır. Hz. Peygamber (sav), o gün barışı tercih ederek görünürde taviz vermiş, ama aslında İslam’ın en büyük siyasi zaferlerinden birinin kapısını aralamıştır. Bugün de siyasetin ve hukukun imkanlarıyla silahı devre dışı bırakmak, İslami bakışla cesaretin değil, basiretin yoludur. Çünkü “fitne, öldürmekten beterdir” (Bakara, 191) buyuran bir inancın mensupları, fitnenin son bulduğu yerde hakiki adaleti inşa edebilirler.

Metiner’in “barışın dili gündelik hayatta da inşa edilmelidir” sözleri, sadece bir politik temenni değil; medeniyet tasavvurumuzun özüne dönüş çağrısıdır. Çünkü İslam, kelime anlamı itibarıyla “barış” demektir. Barışın dili, sadece Meclis kürsülerinde değil; evde, okulda, sokakta, medyada da yankılanmadıkça kalıcı olamaz. Hz. Ali’nin “Bir toplumun ıslahı, dilinden başlar” sözü tam da bu noktada anlam kazanır. Bugün ayrıştırıcı dilin yerini umut, merhamet ve tevazu almalıdır.

“Silah bırakma ve gönüllü bütünleşme” vurgusu ise, Metiner’in yalnız siyaseten değil, inanç eksenli bir bütünlük arayışında olduğunu gösterir. Bu duruş, Hz. Ömer’in adalet anlayışını, Mevlana’nın birleştirici felsefesini ve Bitlisli Said Nursi’nin “İttihad-ı İslam” idealini hatırlatır. Çünkü gerçek barış, devletin yasalarında değil; milletin vicdanında kök saldığında kalıcı olur.

Metiner’in önerileri; geri dönüş yollarının açılması, adaletli yasal düzenlemelerin yapılması, cezaevlerindeki iltisaklıların yeniden değerlendirilmesi bir “merhamet siyaseti”nin temel taşlarıdır. Bu adımlar, “kazanmak için yenmek değil, birlikte yaşamak için anlamak” ilkesine dayanan bir siyasal olgunluğun işaretidir. Nitekim Peygamber Efendimiz, Mekke’yi fethettiğinde intikam değil affı seçmişti. Gerçek fetih, kalpleri kazanmaktır.

Son söz olarak, Metiner’in dile getirdiği düşünceler, Türkiye’nin geleceği için bir “barış medeniyeti manifestosu” niteliğindedir. Bu yaklaşım ne zayıflığın, ne de teslimiyetin adıdır; bilakis, imanla beslenen bir cesaretin, adaletle yoğrulan bir aklın tezahürüdür. Zira Kur’an der ki: “Allah, adaleti, iyiliği ve akrabaya yardım etmeyi emreder; hayasızlığı, fenalığı ve azgınlığı yasaklar” (Nahl, 90). İşte tam da bu ayetin ruhuyla, Metiner’in çağrısı bir siyaset beyanından öte, bir vicdan uyanışıdır ve silahın sustuğu, sözün konuştuğu bir kardeşlik ikliminin müjdesidir.